cash. SŞ Soru Sahibi 3 Kasım 2009 1414 merhaba benim problemim sürekli kötü birşey olacakmış gibi an öleceğim korkusu yada eşime işe gidince birşey olacak yada bebeğim hastalanacakmış kalkıp nefesini dinliyorum böyle hayaller kuruyorum ya ölürsem yada şu ölürse bu sakat kalırsa kaza olursa diye çok kötümserim ayrıca. bir sorunla karşılaşınca onun en uç olabilecek en kötü sonucunu sorun nedir ne önerirsiniz? 0 0 1 cevap 000 görüntülenme Cevaplar 1 Sayın Söğüt, Mutlaka bir isim vermek gerekirse buna takıntılı düşünce obsesyon diyoruz. Bu düşünceler doğal olarak tüm insanlarda vardır. Yoğunluğu arttığı zaman hastalık diyoruz. Bilişsel terapi ile uğraşan bir psikiyatri uzmanına başvurmanızı önerirm. Ankara'da bu konuda uzmanlaşmış çok sayıda psikiyatr var. Sağlık ve mutluluk dileklerimle Dr. Cengiz ERDEN 3 Kasım 2009 1532 Çocukların geniş hayal dünyalarında neler yaşadığını tahmin etmek zordur. Ama yaşadığı korku ve kaygılarla baş etmesine yardımcı olabilirsiniz. Giriş Tarihi 0957 Son Güncelleme 1116 Bir sabah uyandığımda o günün bizim için diğer günlerden farklı başladığını, 5 yaşındaki oğlum Mehmet Can'ın yatağından ağlayarak uyanmasıyla anladım. Sürekli olarak ağlıyor, kendisini korumadığımız için bizi suçluyordu. Olayın nedenini anlamak için soru sorduğumuzda ise aldığımız cevap, yine ağlama yoluyla oldu. Rüyasında sarı gözleri olan bir hayalet gördüğünü söylemesi uzun sürse de, ağlamasının kaynağını sonunda anladık. Evimizde canavarların yaşadığı yetmezmiş gibi bir de onlara hayalet dahil olmuştu. Hayatımız artık daha da farklı bir hal almaya başladı... Mehmet Can bu durumdan o kadar çok etkilenmiş olacak ki okula gitmek istemiyor, geceleri yatağından kalkıp yanımıza geliyor, bizimle uyuyor ve bizden ayrılmak istemiyordu. Biz de geceleri rahat uyuması ve korkusunu yenmesine yardımcı olmak için, odasına bir gece lambası aldık. Daha sonra izlediği bazı çizgi filmleri izlemesine uzun bir süre ara verdik. Tabii tüm bunların nedenlerini açıklayarak yaptık. Bütün bu çözüm yollarının ardından yavaş yavaş değişim başlamıştı. Artık ağlamıyor ve kendi yatağında yatıyordu. Tabii hala arada kaçamakları oluyor… Benim oğlumla ilgili yaşadığım bu deneyimin bir benzerini birçok anne-baba gibi sizler de yaşayabilirsiniz. Çünkü hemen her çocuk, gelişim dönemleriyle paralel olarak çeşitli korkular yaşıyor. Çocukların her yaş döneminde farklı tür korku ve kaygı sorunları yaşayabildiklerini belirten Psikolog Şebnem Orhan, bu konuda sizlere çözüm önerileri sundu. Uzmanımızın önerilerinin, çocuğunuzun korku ve kaygı sorunlarıyla baş etmenizde size yol göstermesini umuyoruz. Korku, insanoğlunun en doğal duygusu Korku ve kaygılar, insanoğlu için tehlikeyi önceden tahmin etme ve bunun için önlem alma becerisini geliştirmiştir. Canlı hayatın en doğal duygusudurlar. Korku duygusu karşısında insan kendini güvende hissettmez, bir yere ya da bir kişiye sığınarak kendini korumaya çalışır. Erken dönemlere ait bu kendi kendini koruma mekanizması duyguların, iç dünyanın genetik aktarımı ile nesilden nesle geçen bir miras niteliğindedir. Korku ve kaygı; kalp atışlarında artma, kas gerginliği, kaçma eğilimi gibi dışavurumlardaki benzerlikler nedeniyle birbiriyle karışabilir. Örneğin; bir ayının saldıracağına dair düşünce korku duygusu yaratır. Sınav esnasında başarısızlığa uğrayacağı düşüncesi ise kaygı duygusuna neden olur. Eğer kişi olaya fiziksel bir risk ya da tehdit anlamı yüklüyorsa korku, kişiliğine bir risk ya da tehdit anlamı yakıştırıyorsa kaygı duygusundan bahsetmek mümkündür. Korkunun kaynağı, kişi tarafından fark edilen, tehdit edici bir uyaran olarak bilinçli bir biçimde algılanabilirken, kaygının kaynağını belirlemek ve gerçekçi bir tutum takınmak her zaman mümkün değildir. Çocuklar ve korkuları Çocuklar yaşamlarının daha en başından itibaren korku ve kaygı ile karşılaşırlar. Çocuklar için bütün tehditler kendilerinin varoluşlarına, yaşamlarına karşı olan birer tehdit olarak da algılandığı için kaygı ve korku ifadeleri bir arada kullanılır. Yapılan araştırmalar; anne karnından itibaren bebeklerin, çevresinde olup bitenlerden etkilendiğini ve bu yaşantılara çeşitli tepkiler verdiğini gösterir. Anne karnındaki yedi buçuk haftalık bir bebeğin bile, yüksek ses gibi kendisine göre beklenmedik, tehlikeli bir uyarana kafasını geri çekme, vücudunu germe gibi tepkiler verdiği ultrason görüntülerinde görülmektedir. Bebeklerin doğuştan getirdikleri mizaç özellikleri kaygı yaratan durumlara verdikleri tepkilerin farklılık göstermesine neden olur. Doğuştan itibaren daha çabuk uyarılan, hassas bebekler daha yoğun tepkiler verirken, uyaran kalkanı daha kalın olanlar, böylesi durumlarla daha az tepkisel olabilir. Dolayısıyla rahatsız olma eşiği ve buna eşlik eden rahatlama düzeyi ve şekli farklı olabilir. Anne, bebeğinden gelen bu ağlama tepkilerinin önce ne anlama geldiğini anlamaya, daha sonra da bebekte kaygı uyandıran durumu ortadan kaldıracak uygun girişimde bulunarak bebeğini sakinleştirmeye çalışır. Bebeğinin hissettiği kaygıyı onun adına kelimelere dökmesi, onu rahatlatan yaklaşımı, ses tonu ve ifadesi bebeğin bu duyguların baş edilebilir olduğunu içselleştirmesine yardımcı olur. Korkular, anne karnında başlıyor Çocukların gelişimleri süresince belli yaş dönemlerinde yaşadıkları farklı korkuları vardır. Bebekler, 4-6 haftalık olduğunda anne-babalarını diğer insanlardan ayırt etme tepkileri vermeye başlarlar. Yapılan araştırmalar, 1 aylık bebeklerin anne babaların yüzlerini, seslerini ve davranışlarını diğer insanlardan ayırt edebildiğini gösterir. Tanıdıkla tanımadık arasındaki bu fark 5-6 aya doğru yabancı korkusuna neden olur. Bebekler bilinç düzeyi artıp yenilikleri daha çabuk fark ettikçe tepki verirler. Henüz nesne sürekliliği olmadığı için, bir eşyayı ya da kişinin kendisini görmediğinde de var olmaya devam ettiğini düşünemez. Yani, bir kişiyi düzenli olarak görmüyorsa kendisi için yabancı olur. Dolayısıyla eve arada sırada gelen aileden birine bir yabancı gibi davranabilir. Sadece yanından yabancı birisinin geçip ona gülümsemesi bile bebek için tehdit edici olarak algılanabilir. Bu nedenle alışma sürecinde bebeğin sakinleşip kendisini hazır hissedene kadar kucakta kalması, onun yeni deneyimlere karşı güvenini arttıracaktır. Kısa zamanda bu durumlarla nasıl baş edeceğini öğrenecek ve bu korkusunu aşacaktır. Yabancı kaygısı zaman içinde biraz daha azalmış gibi görünse de bebeğin yürümeye başlaması ve özgürce dilediği yerlere gidebilmesiyle, yabancı ortamlara ve insanlara karşı tepki göstermesi tekrar ortaya çıkar. Korkularının farkında olun Okul öncesi dönemde, çocuklar gerçek duygularını dile dökmekte ve bunların farkına varıp baş etmekte özellikle zorlanırlar. Oysa bu dönem, çocukların duygularının en yoğun olduğu dönemlerden biridir. Çoğu zaman anne babalar yaşanan olayları, konuşulanları, seyredilen filmleri, vs.'yi çocuklarının duymadığını, farkında olmadığını ve anlamadığını düşünürler. Ancak çocuklar etraflarında olan biten her şeyin farkındadırlar, sadece duydukları ve gördükleriyle ilgili kendi başlarına baş edecek donanımları yoktur ya da ifade edemezler, ancak davranışlarıyla gösterirler. Çevresindeki yetişkinlerin görevi, çocuğun kaldıramayacağı durumlarla karşılaşmasını önlemek, eğer karşılaşıyorsa da bu durumu yok saymak yerine çocukla konuşmak, onun olası hislerini çocuğu adına ifade etmektir. Duyguların sözel olarak ifade edilmemesi, onların olmadığı anlamına gelmez. "Korkacak bir şey yok" demek yerine korktuğunun farkında olduğunun çocukla paylaşılması ve çocuğun ihtiyacına göre ona destek sağlanması gerekir. Beklenmeyen durumlar endişelerini tetikler Çocuklar 2-3 yaşından itibaren dili daha iyi kullanırlar ve sosyal ortamda kendilerini ifade becerileri de kazanırlar. Doğum günü, tiyatro, restoran gibi kalabalık ve gürültülü ortamlara, çocuklar olsa dahi girmekten çekinebilirler. Genellikle beklenmeyen durumlar çocukların endişelerini tetikler. Bu nedenle böyle bir ortama götürmeden önce ona nasıl bir ortamla karşılaşacağını, kimleri göreceğini anlatmak biraz olsun endişesini azaltabilir. Kendisinin çok sevdiği küçük bir oyuncak veya bir eşyayı ona eşlik etmesi için vermek sizden uzakta sizi temsil eden bir destekle kendisini tek başına hissetmemesine yardımcı olur. Böyle ortamlarda gruba katılması için çocuğu zorlamamak, ve baskı uygulamamak gerekir. Çocuk kendini hazır hissettiğinde gruba yanaşacak ve oyuna katılacaktır. Gitmeyi planladığınız restoran ya da tiyatroda çocuğun sinyallerini takip etmek, huzursuzluğunun baş edilenden fazla olmamasına dikkat etmek gerekir. Korkuyu yetişkinlerden de öğrenirler... Çocuklar gerçekleri yetişkinlerden farklı yorumlarlar. Bazen gerçek dünyadan bazen de hayal dünyalarından oluşturdukları şeyler korkularının kaynağı olabilir. Çocukların da tıpkı bizim gibi kendilerine ait bir iç dünyaları ve fantazileri vardır. Bu yüzden her çocuğun farklı korkuları ve farklı tepkileri olabilir. Yanlış yaptığında bağıran babadan korkmak, oyunda dinazordan kurtulmaya çalışan bir geyik olarak canlanabilir hayalinde... Kendi agresif dürtülerinin farkına vardıkça dış dünyaya yansıtarak çevrelerindeki diğer canlıların saldırganlığından korkmaya başlayabilir. Özellikle de 3-6 yaşlarında bir köpek, bir hayvan veya tanımadığı bir insandan korkabilirler. Örneğin, köpeklerin veya böceklerin kendilerini ısırmasından korkabilirler. Yaklaşırken daha temkinli olurlar ve güvendikleri kişinin onayını almaya ihtiyaç duyarlar. Bu gibi durumlarda yetişkinin rolü de önemlidir. Benzer konularda korkuları olan yetişkinleri gözlemliyor olmak, çocuğun başlangıçtaki doğal ve var oluşuna ait tetikte olma halinin devamlı ve şiddetli olmasına neden olur. Unutmamak gerekir ki; çocuklar kendisine söylenilenlerden belki de daha fazla gördükleri ve gözlemlediklerinden öğrenir. Gerçekle hayal dünyasını karıştırırlar Bazı anne-babalar, 3-6 yaş dönemindeki çocuklarının kendi başına uyumakta zorlandığını, gece yarısı karanlıktan veya korkulu bir rüyadan korktuğunu belirterek yanlarına geldiklerini söylerler. Okul öncesi dönemde çocuklar gerçekle hayal dünyasını birbirinden tam olarak ayırt edemez. Bu yüzden cadılardan, hayaletlerden, gördükleri kabuslardan, kuklalardan veya televizyon kahramanlarından korkarlar. Gün içerisindeki gerginlikler kabus olarak ortaya çıkar. Çocuk uykudan ağlayarak kalkıp, uyku uyanıklık halinde ağlamasına devam edebilir. Bu gibi ağlamanın yoğun olduğu durumlarda; çoğu zaman sözel iletişim en aza indirilebilir. Bunun yerine daha çok tensel temas, kucağa alma, sırtını sıvazlama, beraberce sallanma gibi bedensel destekler yardımcı olabilir. Kimi çocuk da hiç dokunulmak istemeyebilir. Burada önemli olan, ebeveynin kendi çaresizliğinin getirdiği öfkeyle değil, yetişkin olmanın getirdiği sükunetle yaklaşmasıdır. Bu gibi durumlarda ideal olanı anne babanın kendi yataklarına çocuklarını almaması, ancak çocuğun odasında sakinleşip tekrardan uykuya dalana kadar yanında eşlik etmesidir. Yine bu dönemde anne-babanın yatağının farklı bir anlamı vardır. Kendilerinin nasıl doğduğunu merak ederler, anne ya da babalarıyla evlenmenin hayalini kurarlar. Dolayısıyla da anne-babalarının yalnızken ne yaptığını merak edip, onun bir parçası olmak isteyebilirler. Kendi iç dünyalarındaki bu merak ve istek, bir tarafıyla suçlu hissettirip bir cezanın geleceği düşüncesiyle, hayalet ya da cadıları bahane etmelerine neden olabilir. Bu nedenle evin çok güvenli olduğunu, hayaletlerin gerçek olmadığını söylemek çocuk tarafından kabul görmeyebilir. Bu gibi korkularla baş etmenin en kolay ve en iyi yolu oyunlardır. Oyunla, çocuklar korkularını dışavururlar, kendilerinde sıkıntı uyandıran durumları oyuna döküp, buradaki hayali durumlarla baş etmek için güçlenirler. Bu yüzden akılcı açıklamaların yanında onlarla oyun oynamak, hayaletlerin resmini yapıp üzerinde konuşmak etkili bir yoldur. Hazırlayan Şenay Çelik Haberler > Herkesin Bir Şekilde Düştüğü Çukur 'Başarısızlık Fobisi' Olarak Bilinen Atychiphobia - 1959 'Ya başaramazsam' endişesi ile çok istediğiniz halde bir şeye başlamaktan kaçındığınız oldu mu? 'Başarısız olduğumu düşünecekler, yapamadı diyecekler; yapamam.'Böyle böyle kendi kendinizi kim bilir kaç kez baltaladınız. Bunun arada bir hissedilmesi elbette normal; ancak bu düşüncelere günlük yaşantınızı, işinizi, okulunuzu etkileyecek kadar sık takılıyorsanız, kronik başarısızlık korkusundan muzdarip olabilirsiniz. Sahip olduğumuz potansiyelin çok altında performans göstermemize neden olan ve yaşam kalitemizi doğrudan etkileyen başarısızlık korkusuna beraber bakalım. Öncelikle, bunun literatürde tanımlanmış iki ayrı ismi var; Atychiphobia ve Kakorrhaphiophobia. Biz başlığa yalnızca birini sığdırabildik ancak her ikisi de başarısız olma ve hata yapma, yenilme korkularını tarif bir şeyi hayata geçirmek üzere büyük bir istek duymamıza rağmen, başarısız olma kaygısıyla harekete geçmekten kendi kendimizi alıkoyma durumu. Evet bu bir fobi. Ve tüm fobilerde olduğu gibi anormal / ölçüsüz, yersiz ve sürekli olarak gerçekleşen bir korku türü. Ve yine çoğu fobide görülebildiği gibi, başarısızlık korkusu da kısıtlı / sıkışmış / daralmış bir yaşam tarzına sebebiyet veriyor. Kişilerin isteme, hedef koyma aşamalarını geçtikten sonra hedefe adım atma noktasında tam da bu korkudan ötürü geri durması, oldukça sık görülüyor. Yaşayan herkesin bileceği gibi, bir nevi zihinsel felç halidir ulaşma hedefimiz genellikle hayatımızı daha iyi standartlara oturmak iken, aslında hem içsel görümüzü hem de dış çevremizi nasıl da daralttığımızı ve kendimizi gittikçe ufalan bir hayata teslim ettiğimizi de gayet güzel açıklıyor. Peki başarısızlık korkusunun sebepleri nelerdir? Aslında bu soruya yanıt verebilmek için her şeyden önce net bir “başarısızlık” tanımına ihtiyacımız var; başarısızlık nedir? Hepimizin değer yargılarımıza, inançlarımıza ve hayattaki hedeflerimize göre değişen başarı ve başarısızlık tanımları var. Örneğin sizin için korkunç bir başarısızlık sayılan bir olay, bir başkası tarafından benzersiz bir deneyim olarak algılanabilir. Başarısızlık son derece göreceli bir kavramdır. Psikologlara göre başarısızlık korkusunun altında yatan pek çok sebep olabiliyor. Özellikle çocukluk yıllarında ebeveynleri tarafından pek desteklenmeyen, sık sık eleştirilen kişilerde sıkça rastlanan başarısızlık korkusu genelde bu tarz travmatik nedenlerle ilişkilendiriliyor. Bu travmalara örnek olarak, iş yerinde yapılan önemli bir sunumda yapılan amatörce bir hatanın ardından ofiste genel olarak içe kapanıp pasifize olmayı da narsist bir tarafınız olabilir ve haliyle kendi kendinizden beklentiniz çok yüksektir. Başarısızlık korkusunun belirtileri nelerdir? İnisiyatif almaktan ve zorlayıcı projelere dahil olmaktan kaçınma isteğiErteleme hastalığı / eğilimi; ve bilinçli olarak ihmalkar davranmakKendi kendini sabote etme self-sabotagingAşırı mükemmeliyetçilik Tanıdık geldi mi? Peki başarısızlık korkusunu yenmek için neler yapılabilir? Tüm bu bahsettiğimiz belirtileri kendinizde görüyorsanız bu korkunuzun üzerine gidip başarısızlık olgusuna farklı bir biçimde bakabilmeniz için şu yöntemleri uygulamanız faydalı olabilir Hedeflerimizi gözden geçirmek. Gerçekten realistik mi? Yoksa kendinize anlamsızca fazla mı yüklenmektesiniz? Hayır, benim kapasitem aslında bunun için gayet de yeterli diyorsanız da, bakış açınızı tekrardan ele alın. Örneğin; 'bu işten 10 bin lira kazanmalıyım / bu sınavdan 100 almalıyım / şöyle de bir baremi geçmeliyim' gibi düşünceler yerine, 'bugün şu hedefi gerçekleştirmek için neyi geliştirebilirim / değiştirebilirim?' gibi. Bütün ihtimalleri masaya yatırmak. Tüm korkuların kaynağında bir “belirsizlik” olgusu yatıyor. Genellikle esas korktuğumuz şey bizi bekleyen olumsuzluklar değil, bu durumlar hakkında bir öngörüde bulunamamak oluyor. Kötü / daha kötü / en kötü ne olabilir? Enine boyuna düşünün ve sonuçları kafanızda normalleştirmeye çalışın. Korkumuzun gerçek sebebini iyi analiz etmek. Başarısızlık korkunuzun altında yatan gerçek sebep nedir? Kendinize tekrar tekrar sorun. Patronunuzun vereceği tepki mi? İşinizi kaybetmek mi? Olumsuz yorumlar almak mı? Beğenilmemek mi? Emin olun şu cevabı çözmek dahi çok önemli bir adımı attığınız hissini verecek. Sonrasında ise, dümdüz o bulduğunuz cevaba odaklanın. Kendi içinizde çözmeniz gereken şey çok belli Mümkün olduğu kadar pozitif düşüncelere odaklanmak. Hatta sadece uğraştığımız işin kendisine. Bu esnada pozitif düşünmek ruh halinizi ve motivasyonunuzu yüksek tutacağı gibi kendi kendinizi sabote etmenizi de engelleyecektir. Mükemmeliyetçiliği bir kenara bırakmak. Uygulaması oldukça zor şeylerden biri de bu. Belki Facebook'un da ofis mottosu olan bu sözü hatırda tutmak yardım edebilir 'Yapıldı' mükemmelden iyidir. Önce bitirin; sonrasını sonra da geliştirebilirsiniz. En kötü senaryoya da kendimizi hazırlamak. Şu cümleyi yüksek sesle söylemek genellikle insana epey cesaret verir “En fazla ne kadar kötü olabilir ki?” Çünkü bu cümle, sizi olabilecek en kötü senaryonun doğuracağı olumsuz sonuçların bile sonsuza dek sürmeyeceğini anımsatır ve kendinizi daha güçlü hissetmenizi sağlar. Öte yandan en kötü senaryoya hazırlıklı olmak, iş süresince başımıza gelen pürüzlerin üstesinden daha rahat gelmemize yardım edebilir. Kendimizi başkasıyla kıyaslarken şuna dikkat etmek; Aslında sadece görebildiğimiz kadarını kıyaslıyoruz. Esasen bu kişinin hayatında ne olup bittiğine dair çok bir fikrimiz yok. Yani kendi 'standart'ımızı başkasının en iyisi ile kıyaslama eğilimindeyiz. Ve bir de daima B planımızın olması. Yedekte her zaman başka bir plan bulundurmak biraz daha güvende hissettirip başarı ihtimalinizi canlı tutabilir. Unutmamak gerekiyor ki korku, heyecanı, tutkuyu, hayalleri öldüren bir zehirden farksız. Ve korku yüzünden hiç harekete geçmemek, aslında başarısızlığı yaşayıp sonuçlarını görerek bundan ders çıkarma fırsatından çok daha kötü. Sürekli ağlayan çocuklara nasıl yaklaşılması gerektiğini Psikiyatrist Dr. Sabri Yurdakul ağlayan çocuklar konusunda büyüklerin sabırlı olmaları gerekir. Bizim yönümüzden çocukların ağlamasından çok daha önemlisi neden ağladıklarıdır. Neden ağladıklarını bilmeden onlara tepki vermek bizi yanlış yerlere götürecektir. Büyüklerin ilk aklına gelen ağlayacak hiçbir şeyi olmadığı halde ağladığı, bunu şımarıklığından ki şımarıklıktan ağlayan çocuklar da vardır ama tüm ağlamaları hemen bu gruba koyarsak o zaman çocuğumuzu anlama ve ona yardım etme ihtimalini ortadan kaldırmış oluruz. Bu da bizi daha zor duruma sokabilir. Bu yüzden öncelikle iyilikle yaklaşıp ağlama nedenini öğrenmeliyiz. Bu nedeninin bize doğru ya da yanlış gelmesi değil onun bu nedenle ağlaması önemlidir. Bu yüzden de onu ağlatan nedeni ortadan kaldırmaya çalışmalıyız. Ancak kimi zaman alışverişte olduğu gibi istediği olmayınca ağlayan bir çocuğa alınması gereken tavır onun istediğini yapmak değildir. Bunun yerine istediği şeyi yapamayacaksak neden yapamadığımızı uygun bir şekilde ona anlatmamız gerekir. Bunu yaptığımız halde ağlıyorsa o zaman çok üstüne gitmemeli, ağlayarak ilişki kurmasına engel olmalıyız. Ancak bunu yaparken olayı objektif olarak değerlendirmeli, haklı olup olmadığına bakmalıyız. Bize göre haksız bir ağlama onun yönünden haklı olup içli içli ağlamaya devam zaman çocukların haksızlığa uğradıklarında daha çok ağladıklarına inanırım. Böyle bir durum varsa ağlamaları geçmeyecek ve “siz beni anlamıyorsunuz” diye ağlamaya devam edecektir. Bu durumda onu ağlatmak yerine sorunu çözmeye yönelmek, dikkatini başka yöne çekmek faydalı ve babanın tutumu çok önemliAnne ve babanın çocuğun ağlaması konusundaki tutumu da burada önem kazanacak ve ortak dil ile ona karşı konuşmaları daha faydalı olacaktır. Annenin olur dediğine babanın olmaz demesi, babanın kabul dediğini de annenin reddetmesi sadece çocuğun aklını karıştırmayacak, anne ve babanın da davranışlarını ayarlamasını engelleyerek yanlış davranmalarına neden olacaktır. Bütün bunlara dikkat etmek çocukların gereksiz yere uzun süre ağlamalarını engelleyecek, ağlamaları çocukça gözyaşlarının ötesine gitmeyecektir. Çocuğum söz dinlemiyor...Sürekli şikayet edip huzursuzluk çıkarıyor...İstekleri bitmiyor...Sırasını beklemeyi bilmiyor...İsteklerini hep bağırarak ve ağlayarak söylüyor...Yerinde duramıyor, bazen tehlikeli hareketler yapıyor...Odası darmadağınık ve hiç toplamıyor...Çok yaramaz...Sürekli bir şeyler almak istiyor, almazsam tutturuyor...Ona bir şey yaptırmam mümkün değil...Kurallara uymuyor...Kardeşiyle sık sık tartışıyor/kavga ediyor...Okuldan şikayetler bitmiyor...Masada oturup yemek yemiyor...Arkadaşları ile problem yaşıyor...TV/Bilgisayar başından kaldıramıyorum...Davranışları ile beni rezil ediyor...Uyuması, giyinmesi, banyo yapması her gün problem...Yukarıdaki şikayetler günümüzde birçok anne-babanın artık neredeyse sıradanlaşmış şikayetleri. Siz de etrafınızdaki çocukları incelediğinizde yukarıdaki listeden maalesef en az 3-4 tanesini sık sık görebilirsiniz. DAVRANIŞ PROBLEMİNİN ALTINDA YATAN SEBEPLERBunlar sıradan ve tipik çocuk davranışları gibi gözükebilir. Oysa hiçbiri normal davranışlar değil. Eğer çocuğunuzda dikkat bozukluğu, duygu durum bozukluğu, gelişimsel bozukluk veya bir sağlık problemi yoksa, bunlar davranış problemidir. Fiziksel ve ruhsal bir problemi olmadığı halde bu şekilde davranan çocuklar, çeşitli nedenlerden dolayı “yanlış” davranmayı öğrenmiştir ve doğru yönlendirildiklerinde tekrar doğru ve toplum kurallarına uygun şekilde davranmayı davranışların ortaya çıkması ve devam etmesi birçok faktöre bağlıdır1- Çocukla ilgili faktörler ◊ Çocuğun mizacı ◊ Çocuğu karakter özellikleri 2- Anne-baba ile ilgili faktörler ◊ Anne-babanın kişilik özellikleri/mizaç Düşük tolerans, olgunluk seviyesi, katı kuralları olması, çabuk kızma◊ Anne-babanın stres seviyesi◊ Anne-babanın psikolojik bozuklukları Depresyon anne depresyonu ile çocuklarda görülen davranış problemleri arasında güçlü bir bağ olduğu söyleniyor, dikkat bozukluğu, bipolar bozukluk, bağımlılık3- Ev/aile hayatında ve koşullarında mevcut olan faktörler◊ Evlilik içi problemler◊ Anneanne-babaanne-dede gibi diğer yakın aile üyeleri ile ilgili problemler◊ Boşanma/ayrı evler◊ Fiziksel hastalıklar◊ Ekonomik sıkıntılar, anne-babanın işsizliği Bu gibi sorunlar anne-babada kızgınlık, çaresizlik, umutsuzluk gibi duygulara neden oluyor. Çocukların ihtiyaçlarına karşılık verecek duygusal ve fiziksel kaynaklar olamıyor. Kendi problemleri ile baş etmeye uğraşan anne-baba, çocukların eğitimine ve disiplinine zaman ve enerji harcayamıyor. Bu, çocukların daha “zor” olmalarına yol açıyor ve bu da anne-babaların daha da zorlanmaları anlamına BU SORULARI SORUNÇocuklarınız ile problemler yaşıyorsanız ve neden çözemediğinizi anlayamıyorsanız öncelikle kendinize aşağıdaki soruları sorun. Eğer bu sorulara olumlu cevaplar veriyorsanız, öncelikle kendi problemlerinizi halletmeniz gerekir1- Herhangi bir sağlık problemi yaşıyor musunuz ve bu durum çocuklarınızla ilişkinizi olumsuz etkiliyor mu?2- Ailenize yakın bir kişi bir sağlık problemi yaşıyor mu? Onunla vakit geçirmeniz ve enerjinizin çoğunu o kişiye harcamanız gerektiği için çocuklarınıza az zaman ayırmak zorunda kalıyor musunuz?3- Evliliğiniz içinde problemler yaşıyor musunuz?4- Finansal problemler yaşıyor musunuz? 5- Aile içindeki diğer bireyler arasında tartışma, kavga, gerginlik oluyor mu?6- İşyerinizde sıkıntılar yaşıyor musunuz?7- Psikolojik sıkıntılarınız var mı? Kaygı, takıntı bozukluğu, depresyon, alkolizm, uykusuzluk, öfke kontrol problemi, dikkat bozukluğu vs.8- Eşinizin ailesi ile problemler yaşıyor musunuz?9- Yeme içmeniz düzenli ve sağlıklı mı, yoksa bu alanlarda problemleriniz var mı?10- Uyku probleminiz var mı?11- Hayatınızdaki memnun olmadığınız ama buna rağmen değiştiremediğiniz durumlar yüzünden stres, gerginlik, hoşnutsuzluk, sıkıntı yaşıyor musunuz?12- Uzun saatler çalışmak zorunda kalıyor ve eve çok geç saatlerde geliyor musunuz?13- Hayata karşı kızgın, umutsuz musunuz?14- Spor, hobi, sanat gibi boş zamanlarınızda yapabileceğiniz aktivitelerden uzak mısınız? Kendinize zaman ayıramamaktan şikayetçi misiniz?15- Aile içindeki sorumluluk ve iş dağılımının adil olmadığını düşünüyor musunuz?16- Mükemmeliyetçi ve katı mısınız? Beklentileriniz çevrenizdeki insanlar ile ilişkilerinizde problemlere yol açıyor mu?17- Aile içinde şiddet var mı?ÇOCUKLA BAŞ EDEMEMEK EBEVEYNDE STRES YARATIYORÇocuklardaki davranış problemlerini çözebilmek mümkün ama bunun için anne-babaların çok bilgili ve her şeyden önce ruhsal ve bedensel açıdan çok sağlıklı olması taraftan, çocukları ile baş edemeyen anne-babalar stres, kaygı, kızgınlık, çaresizlik gibi duygular yaşıyor ve bu duyguları yaşarken çocuklarına yardım etme, destek verme gücünü gösteremiyor. Hatta çoğu, çocuklarından uzaklaşıyor, problemleri görmezden geliyor ya da beraber olmaktan kaçınıyor. Doğal olarak bu da çocukların problemlerinin daha da şiddetlenmesine yol açıyor.

sürekli çocuğuma birşey olacak korkusu